30 Aralık 2019 Pazartesi

YILBAŞI NEYİMİZ OLUR?


“Yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum… ‘Ramazan Bayramı’mız mı, kandilimiz mi, Kurban Bayramı’mız mı?’ diye sual açmak da yersiz olmazdı. Biz Muharremlerle, Martlarla başlayan yıllar da biliriz, ki hiçbiri böyle şımarıklıkla böyle ayyaşlıkla böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı…” (Arif Nihat Asya)


Yirminci asrın sert esen değişim rüzgârı coğrafyalara hükmedip sadece sınırları değiştirmekle kalmamış, kadim medeniyetlerin ruhuna da nüfuz ederek kimyalarını bozmuştur. Toplumların karakterini belirleyen inanç ve âdet unsurları bu rüzgârdan nasibini almış ve yeni yeni kimliklerle beraber, bu yeni kimlikleri besleyen yeni hayat tarzları ortaya çıkmıştır.

Cumhuriyetle beraber bir medeniyet dairesinden sıyrılarak farklı bir kültür çizgisinde boy gösteren toplumumuzda bu yeni dünyanın kokusu ve rengi hissedilmeye başlamıştır. Yeni kanunlar, yeni harfler ve tabi yeni ufuklarla beraber kabuk değiştiren, eski “ağırlıklarını” bir an önce bırakarak yeni olanın peşinden koşan bir cemiyet ortaya çıkmıştır. Bu yeni cemiyetin ayak izlerini takip edebilmenin en kolay yolu kıymet hükümlerine bakmakla olacaktır. Biz de büyük bir sosyal değişimin yaşandığı erken Cumhuriyet devrine atf-ı nazar ederek yeni yeni bir “değer” hâline gelmeye başlayan “noel ve yılbaşı eğlencesi” hakkında dönemin dergi ve gazetelerindeki haber ve yorumlardan hareketle tarihe bir yolculuk yapalım…

Noel Ne İdi, Ne Oldu?

Yazımız ‘noel’ ve dolayısıyla ‘yılbaşı’ etrafında olacağı için bu kavramların ne mânâya geldiğine bakalım evvela. Noel kelimesinin manasını araştırdığımız bazı Osmanlı devri sözlüklerinde kelimeye rastlayamadık. Mesela Kâmûs-ı Türkî’de kelime yok. Meşhur lûgatçimizin kelimeyi atlamış olma ihtimali pek düşük. Biz bugün kullandığımız bu kelimenin o günkü az kullanımından dolayı sözlüğe girmediğini düşünüyoruz. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ise ‘noel’ kelimesi şöyle açıklanmış: “Hıristiyanların her yıl 25 Aralık’ta Hz. İsa’nın doğum gününü kutladıkları yortu.” Kelimelerin arkasından meşhur yazarlara ait cümlelerle misaller veren TDK sözlüğü, bu açıklamanın ardından Haldun Taner’e ait şu cümleyi zikretmiş, “Bizim çocukluğumuzda Noel ve yılbaşı gâvur bayramları idi.” Kastımız bir sosyal değişim yazısı kaleme almak olunca, Haldun Taner’in bu cümlesi bize girizgah için fırsat veriyor. Bir Hıristiyan bayramı olan ‘noel’ ve ‘yılbaşı’nın, çocukluğunda (yani Osmanlı devrinde) gâvurluk olarak addedildiğini, şimdiyse (Cumhuriyet devrinde) normal olarak kabul edildiğini ima ediyor.

Bu girizgahın ardından 8 Ocak 1925 tarihli Sebîlürreşâd dergisinde Miladî takvimin kabulünden sonra gayr-i müslim unsurlarla beraber Müslüman kesimin de kutlamaya başladığı ‘noel’ ve ‘yılbaşı’ hakkındaki yazıya bir göz atalım. “Noel Yortusu, Beyoğlu’nda Yılbaşı Gecesini Tes‘îd (Kutlama)” başlığıyla imzasız neşredilen bu yazı devrin panoramasını görmemizi sağladığı gibi yeni hayat tarzına direnen insanların hâlet-i rûhiyesini de gözler önüne seriyor. Yazıda evvela yeni hayat tarzını kimlerin ne maksatla ikame etmek istediği ifade ediliyor:

“Misyoner hareketinin yeni stratejisi şudur: Evvela Müslümanların sosyal hayatını sarsmak, ondan sonra boş kalacak sahaya Hıristiyan âdetlerini koymak. Ecnebi misyonerlerin yerlerine yerli öğrenciler yetiştirerek onlar vasıtasıyla bu gayeyi temine çalışmak.

“Bunlar büyük bir misyoner kongresinde verilen kararlardır ki hayli zamandan beri Müslüman milletlere karşı tatbik olunmaktadır. İstanbul’un bugünkü kokuşmuşluğu öyle kendi kendine mi meydana gelmiştir sanıyorsunuz? Bütün bu fenalıkların, bu ahlaki çöküşün arkasında nice gizli eller, gizli müesseseler vardır ki onlar millî ahlaki değiştirmek için sürekli ve şiddetli bir faaliyet içindedirler. Bittabi bu hakikati herkes kavrayamadığı için fenalığın kanallarını, membalarını bilemez, göremezler. Ortada görünen yalnız neticeler ile tezahürlerdir. Bu sefahat ve inkârmüesseselerinin arkalarında işleyen muazzam fitne fabrikalarından kimsenin haberi yoktur.

“İşte nice zamandan beri perde arkasında vuku bulan o müthiş mesainin neticesidir ki bugün İstanbul’un her tarafını sefahat hastalığı kaplamış, kendi âdetlerimize, kendi milli ve manevi esaslarımıza karşı müthiş bir düşmanlığa mukabil Frenk hayatına ve âdetlerine derin bir istek vücuda gelmiştir. Milli ve İslamî olan her âdet, her esas nefretle karşılanır ve yıkılmaya mahkumdur. Batıya ait olan her esas ve her âdet hoştur, kabulü zaruridir. Bu, bir dalalet olmakla beraber, sürekli propagandalarla ideal haline getirilmiştir. Şimdi artık bu sosyal bozuluşun önüne geçmek zorlaşmıştır. Sizin ‘hakikat ve fazilet’ diye ileri sürdüğünüz esaslar birer alaycı gülümsemeyle karşılanmaktan başka bir şeye yaramıyor. Siz sosyal bünyenin faziletleri ile milli hasletlerin yıkılması karşısında ağlarken bu vaziyeti hazırlayanlar perde arkasından zafer sarhoşluğuyla kıs kıs gülerler. Siz istediğiniz kadar ‘Bu benim evladımdır.’ deyiniz. Artık onlar, sizin evladınız değildir. Onlar, ana kucağını terk etmiş, sîne-i milletten çekilmişlerdir.”

 Milli Eğitim Bakanının ‘Gulu Gulu’su

Bu yeni hayat tarzının artık hakikat olduğunu kabullenen yazar, bunun önüne geçebilmek için çırpınanları anlattıktan sonra bu yeni âdetlerin aslında masum kılıklarla memlekete sokulduğunu ifade ederek yazısına devam ediyor:

“Esasında Müslümanlardan bu eğlenceye iştirak edenler, eğlenmek için noel ve yılbaşıyı vesile ve fırsat olarak kabul ediyorlardı. Bu yeni hadise hakkında gazetelerin yazdıkları uzun yazılardan bazı haberleri naklederek bu “sosyal değişim”i biraz daha açalım. Sontelgraf gazetesi diyor ki:

“Dün gece Türklerden büyük bir kitle, gayr-i Müslimlerin arkasına düşerek yeni seneyi teşrifatla karşıladılar. Beyoğlu’nda harbin devam eden sefaletlerine rağmen müthiş israfta bulunuldu. Eğlence yerlerinde birçok meşhur adamlar görüldü. Beyoğlu dün gece yeni seneyi özel kutlamalarla ihya etti. Eğlence mahalleri olan barlar, Tokatlıyan, Pera Palas gibi büyük oteller süslenerek balolar tertip edildi. Birçok mahallerde, elçiliklerde balo ve ziyafetler verildi.

“Her cins milletten halk kitlesi bu merasime imkânı nispetinde iştirak etmiştir. Filhakika yeni sene eğlencelerine katılanlar arasında muazzam bir Türk kitlesi de vardı. İki günden beri İstanbul’un Hıristiyan halkı Noel için hazırlıklarda bulunuyorlardı. Bu gece şerefine yüz binlerce hindi, şampanya, konyak, şeker, çikolata, oyuncak satın alınmış; zengin fakir her Hıristiyan, evini az çok bunlarla doldurmuştu.

“Genç kızlar saat on ikide eski seneyi parçalayıp yeni seneye girildiğini gösteren levhalar tertip etmişlerdi. Birçok yerlerde maruf zevat ve milletvekili mevcut idi. Herkes yeni sene şerefine zevk ediyordu. Yahut zevk etmek için yeni seneyi vesile ittihaz etmişti. Şampanya şişeleri patlıyor, genç kadınlar cilve ve türlü edalarla çağrışıyorlardı. ‘Garden Bar’da gece yarısından üç saat sonraya kadar devam eden eğlenceleri müteakip müşterilere yılbaşı hediyeleri dağıtıldı. Bu hediyelerin dağıtımı gayet güzel ve eğlenceli oldu. Mesela ilk numara olmak üzere locada arkadaşları ile birlikte oturan eski Millî Eğitim Bakanı Vâsıf Bey’e (Çınar) bir babahindi bardaki halk ve kadınlar uzun müddet (gulu… gulu…) diye bağırdılar. Locadakiler sevinç içindeydiler. Çünkü sıra ile daha birçok hediyeler Vâsıf Bey’e ve yanındakilere ve aynı locada bulunan kadınlara tavşan, bebek ve şampanyalar isabet etti. Tevhid-i Efkâr gazetesi “Batı’yı Taklit” başlıklı bir fıkrada şöyle diyor:

“Yavaş yavaş ortadan kalkan Türk ve Müslüman âdetleri yerine Frenk ve Hıristiyan âdetleri kâim oluyor. Kendi yılbaşılarımızı unutuyoruz. Onların yılbaşılarını ihya ediyoruz. Kendi mübarek gün ve gecelerimizde büyüklerimizin ellerini öpmek gibi güzel âdetlerimizi bırakıyoruz.”

Noel Baba Neyimiz Olur?

“Yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum… ‘Ramazan Bayramı’mız mı, Kandilimiz mi, Kurban Bayramı’mız mı?’ diye sual açmak da yersiz olmazdı. Biz Muharremlerle, Martlarla[Rumî takvim başlangıcı] başlayan yıllar da biliriz, ki hiçbiri böyle şımarıklıkla böyle ayyaşlıkla böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı. Memleketimize herhalde Beyoğlu’ndan giren Haliç’i atlayarak Fatih’lere Aksaray’lara sonra Rumeli’ye ve Boğaz’ı aşarak önce Kadıköy’lere Moda’lara ve sonra Üsküdar’lara ve oradan Anadolu’ya geçen bu bunak neyimiz olur? Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı yoksa Avrupalılıktan pîrimiz mi? İstanbul’un Tepebaşı’ndan Adana’nın Tepebağı’na kadar her yeri bilen her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir? Bir resmine bakarsanız Havarîlere, öteki resmine bakarsanız Rasputin’e benzeyen bu iskambil papazı aramızda neyin nesidir? Bunu hiç merak ettiniz mi?

Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O Haçlı Seferlerinden kalma bir kılıç artığıdır. O zaman silahla giremediği yerlere şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor. O, evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit’tir. Kardeşlerini Mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor. O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra kılığını değiştirmiş ve bizi avlamaya kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır. Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi? Bırakın onun hakkından ben gelirim; işte sakalını çekince gördünüz. Sakalı elimde kaldı ve altından Lucifer [şeytan] çıktı. Bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler. Bu mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin yahut bırakın, Haç’ında çarmıha gereyim onu. Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız; muhakkak bir şeyimizi çalmıştır.” (Arif Nihat Asya)

12 Temmuz 2019 Cuma

EĞİTİMCİLERE BABA NASİHATİ

EĞİTİMCİLERE BABA NASİHATİ

İbni utbe çocuklarının hocasına şöyle demiştir:
  • Evlatlarımı iyi yola getirmez den evvel kendi nefsini ıslah edin. çünkü onların kusuru hep sizin taksirinize bağlıdır. çocuklara göre Sizin yaptığınız her şey iyi yapmadığınız herşey fenadır
  • Evlatlarıma Müslümanlığı öğret. Fakat bu hususta kendilerine ne usanç verin Çünkü bırakıverirler; ne de onları büsbütün ihmal edin. Zira yabancı kalırlar.
  • Sözün en güzelini Ve seçilmişini  şiirlerin yalnız edep ve Terbiye; namus ve iffete uyanları öğretin.
  • kendilerini benimle tehdit et. Fakat benim yanımda terbiyeye kalkışma 
  • Çocuklarıma kafasız insanlara ait hikayeleri söylemekten çekin. 
  • İlim ve Felsefe erbabının hal tercümeleri ne anlat 
  • onlar sağlam Bellemedikçe bir bahisten diğerine geçme. Çünkü kulakta uğuldayan kalabalık sözler anlayışı şaşırtır

***
Harun Reşid çocuğunun hocasına şu tavsiyede bulundu:

Emirel Müminin en sevgili ruhunu, yüreğinin meyvesini bugün sizin terbiyenize tevdi ediyorum. 
Size onun terbiyesi hususunda geniş bir selahiyet veriyor, Onu da hakkınızı da tam bir itaati borç kılıyorum.

  • Evladıma ahlak dersleri ver, eserler öğret, şiirler bellet. 
  • Nerede ne söylemek lazımsa göster
  • Faydasız vakit geçirtme 
  • Şuna çok dikkat et ki: derslerinde telkinlerin de sertlikten kabalıktan asabiyetten sakınmalısın. sonra çocuğun muhayyilesini öldürmüş olursun

9 Temmuz 2019 Salı

İNSAN VE HAYAT SAYI:113

RUHA ULAŞAN GİZLİ YOL: KOKULAR

(İNSAN VE HAYAT SAYI:113)
Doğru kaynaklara ulaşmak için havayı iyi koklayan bir burna sahip olmak lazım. ..
Güçlübir burun ve doğru sezgiler hayatın her sahasında lazımdır.



Derdiniz dünya ise maden çukurundan çıkan ancak çamurdur. Sizi ne olursa olsun mutlu etmez. Ancak gayeniz başka ise; çıkan ne olursa olsun mutlu olursunuz.

KOKU ÜZERİNE BİRKAÇ PEYGAMBER KISSASI
*Yakup as'a Yusuf as'ın gömleğinin getirilmesi
*İsmail as'ın akşam evine gelerek babasının kokusunu hissetmesi
*Fatıma Ra validemizin Rasulullah'ın kokusu üzerine başka kokunun koklanamayacağı...
***
Kolonya; ilk defa Köln de üretildiği için oraya nisbetle bu ismi almıştır.


***
Nuşirevan-i Adil için bir avı kebab edeceklermiş, fakat tuz yokmuş. Bir parça tuz getirmesi için uşaklardan birini köye göndermişler. Nuşirevan uşağı çağırıp, “Tuzu para ile al, ta ki o köyden tuz almak hükümetçe bir adet olup köy harap olmasın” diye tenbih etmiş.
Nuşirevan”ın yanında bulunanlar, “Bir parça tuzdan ne fenalık çıkar” demişler.
Nuşirevan demiş ki: “Zulmün esası cihanda evvela az imiş. Sonra her gelen bir parça artırmakla bugünkü dereceyi bulmuştur.”
Eğer ahalinin bahçesinden padişah bir elma yerse, uşaklar ağacı kökünden çıkarırlar. Birisinden yarım yumurta alma suretiyle padişah zulmü reva görecek olursa, padişahın askerleri bin tavuğu şişe geçirirler.
***
NUŞİREVAN = ÖLMEZ RUHLU  (demektir)
"ZAYİ OLMAYAN TEK EMEK, ALLAH YOLUNDA HİZMETTİR."
***
SOY AGACIMIZ NEDEN ÖNEMLİ
( EĞİTİM Mİ? CİBİLLİYET Mİ?)
Padişah vezire sorar:
-Vezir! der, söyle bana
-Eğitim mi önemli cibilliyet mi?
Vezir düşünmeden cevap verir.
-Cibilliyet padişahım.
Padişah düşünür taşınır ve ardından da memleketin her yerinde tellallar çağırtır.
-Duyduk duymadık demeyin en iyi hayvan eğiticisine yüz kese altın…
Bir süre sonra en iyi hayvan eğiticisi padişahın huzuruna çıkarılır.
Padişah hayvan eğiticisine sorar:
-Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda öğretebilirsin?.
-Altı ayda öğretirim padişahım.
Altı ay dolar, eğitici huzura alınır.
Padişah:
-Öğrettin mi?
-Öğrettim padişahım.
Saray erkânı toplanır, kedi elinde tepsi servis yapmaya başlar, tam vezirin önüne gelir; Padişah yine vezire döner ve anlamlı anlamlı bakarak bir kez daha sorar:
-Vezir! der.
-Eğitim mi önemli cibilliyet mi?
Vezir padişahın sorusuna cevap vermeden önce cebinde hazır tuttuğu fareyi bir anda yere bırakıverir.
Kedi tepsiyi attığı gibi farenin peşinde koşmaya başlar.
Tabi altı aylık eğitimde boşa gider.
Vezir padişaha döner ve cevap verir.
-Cibilliyet padişahım.
 
***
"Yedi ceddini bilmek, kendini bilmektir."
Bir nesil, 7 kuşak sonra düzelir.
Genetik aktarımı nesiller üzerinden hem ibadete hem ahlaka hem de hastalığa dokunmaya devam eder.
--
STRES
Vücudun, her türlü uyarana yanıt verme yoludur.
Stres pek çok hastalığa sebep olabilir.
Burada önemli olan stresi kotrol etmeyi öğrenmektir.
*Stresin kaynağını bulup kendinize zaman ayırın
*Sahte gülümseme
*Kelime tekrarı
*Yürüyüş yapma
*Dengeli beslenme
*Ağır yiyecekler yerine sebze ve meyve tüketimi
*Gürültüsüz ve sakin ortamları tercih etme
*Sevdiklerinizle zaman geçirme
en önemlisi HER ŞEYE RAĞMEN GÜLÜMSEYİN 😃
(Daha fazlası İNSAN VE HAYAT DERGİSİ TEMMUZ sayısında)

27 Haziran 2019 Perşembe

Uykunuza İslami ve Bilimsel Düzen Getirmeye Ne Dersiniz?

1. Uyku ile ilgili hormonlar


Öncelikle vücudumuzun zinde kalmasını sağlayan bazı hormonlar vardır ve bu hormonların dengelerinin belli saatleri vardır. Mesela vücudumuzu zinde tutan kortizol hormonunun kanda en yüksek olduğu seviye sabahleyindir. Bu seviye gün boyu giderek düşer ve gece saat 23:00’te en düşük seviyeye ulaşır. Bir diğer hormon  melatonin ise büyüme ve vücut sağlığını koruyucusudur. Onun da en yüksek olduğu saatleri 21:00-03:00 arasıdır.
uyku hormonları ile ilgili görsel sonucu

2. Uyku saatleri ve hastalıklar

Saat 22:00’de tansiyon ve kalp atım sayıları düşer, saat 04:00’ten sonra tansiyon ve kalp atışlarında yükselme başlar. 15:00 ve 18:00 saatleri arasında da en üst seviyeye ulaşır.  Dolayısıyla tansiyon ve kalp atımının yüksek olduğu ve hücrelerin en üst derecede çalıştığı ikindi vaktinde uyunmamalıdır. Aksi takdirde yüksek tansiyon ve kalp rahatsızlığına davetiye çıkarılmış olur. Aynı zamanda bu saatler kerahat vakitleridir ve dinen de uyku uygun değildir.
Uyku saatleri ve hastalıklar ile ilgili görsel sonucu

3. Bir insan 3,5 saat uyuyarak 8 saat uyumuş gibi verim alabilir

Akşam 22:00 ile 02:00 arasındaki uyku % 200 verimlidir. Yani bu saatler arasında 3 saat uyunduğunda 6 saat uyunmuş gibi olunur. Gündüz ise 10:00 ile 13:00 arasındaki yani kuşluk vaktindeki uyku %400 verimlidir. Bu saatler arasında yarım saatlik uyku 2 saatlik uykuya karşılık gelir. Dolayısıyla gece 3 saat gündüzde 0,5(yarım) saat uyuyan bir kimse zahiren 3,5 saat uyumuş görünür. Gerçekte ise 8 saat uyumuş gibidir. Hiçbir uykusuzluk da hissetmez.
Birde ikindiden ve gece 03.00’ten sonraki uykuların %50 verimli olur. Yani gece 03:00’te yatan bir kişi gündüz 15:00 te uyansa 12 saat uyur fakat kendini 6 saat uyumuş gibi hisseder.

4. Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) uyku düzeni

Tüm bu bilimsel bilgilere baktığımızda, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in uyku düzeninin ne kadar bilimsel bazlı olduğunu göreceğiz. Peygamberimiz yatsıdan sonra erken yatarmış, ardından gece teheccüd namazına kalkarmış. Sonrasında yine uyumaz sabah namazına hazırlanırmış. Sabah namazından sonra kerahat vakti olması sebebiyle yine uyumazmış – keza ikindi ile akşam arası da öyle-. Öğle namazından sonra ise kaylule yaparmış. Yani yarım saat, 1 saatlik dinlenme, uyku.
Verdiğimiz bilgilere bakılınca, Peygamberimizin uyku saatleri bilimsel saatlere denk geliyor.
Yatsıdan sonra yatış, 22.00 civarı.
Teheccüde kalkış, 02 – 03.00 civarı.
Kaylule yapış, 11-13.00 arası…
Öyleyse tüm bunlara baktığımızda hem dinen uygun olanı yapmak, hem az uyku ile çok verim almak, hem de Peygamber sünnetleri ile düzene girmek adına bu bilgilerden yararlanarak uyku saatlerimizi düzenleyelim.

5. Uyku konusu ile ilgili hadisler;

  • “Öğleyin kaylule yapınız. Muhakkak şeytanlar öğle vaktinde kaylule yapmazlar.” (Müslim)
  •  “Sizden biri uyurken, şeytan kafasına üç düğüm atar. Her düğümün üzerine; ‘uzun bir geceye sahipsin uyu!’ diyerek elini vurur. O kişi uyanıp da Allah-u Zülcelal’i zikrederse bir düğüm, abdest alırsa bir düğüm, namaz da kılarsa bütün düğümler çözülür. Artık o kimse neşeli ve hareketli olur. Aksi halde neşesiz ve tembel olur.” (İmam Malik, Buharı, Müslim, Ebu Davud, Nesai)
  • “Abdestli yatan, gece ibadet eden ve gündüz oruç tutan kimse gibi sevap kazanır.” [Hakim]
  • “Gece ibadet etmek niyetiyle yatan, fakat uyku galebe çalıp sabaha kadar uyanamayan, niyeti sebebiyle gece ibadet etmiş gibi sevaba kavuşur. Uykusu da kendisine Allahü teâlânın ihsan ettiği bir sadaka olur.” [İbni Mace]
  • “Sabah uykusu, rızka manidir.” [Beyheki]

(alıntıdır)