27 Eylül 2014 Cumartesi

İMAMI GAZALİ HZ.LERİ'NİN SULTAN SENCERE MEKTUBU

İMAMI GAZALİ'DEN SULTAN SENCER'E NASİHAT

“Allahü teâlâ İslam beldesinde muvaffak eylesin, nasibdâr kılsın. Ahirette ona, yanında yeryüzü padişahlığının hiç kalacağı mülk-i azim ve ahiret sultanlığı ihsan etsin. Dünya padişahlığı, nihayet bütün dünyaya hakim olmaktan ibarettir. İnsanın ömrü ise, en çok yüz sene kadardır.
Cenab-ı Hakk’ın, ahirette bir insana ihsan edeceği şeylerin yanında, bütün yeryüzü, bir kerpiç gibi kalır. Yeryüzünün bütün beldeleri, vilayetleri, o kerpicin tozu toprağı gibidir. Kerpicin ve tozunun toprağının ne kıymeti olur? Ebedi sultanlık ve saadet yanında, yüz senelik ömrün ne kıymeti vardır ki, insan onunla sevinip mağrur olsun? Yükseklikleri ara, Allahü teâlânın vereceği padişahlıktan başkasına aldanma.
Bu ebedi padişahlığa (saadete) kavuşmak, herkes için güç bir şey ise de, senin için kolaydır. Çünkü Resulullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: “Bir gün adalet ile hükmetmek, altmış senelik ibadetten efdaldir.” Madem ki Allahü teâlâ sana, başkalarının altmış senede kazanacağı şeyi bir günde kazanma sebebini ihsan etmiştir, bundan daha iyi fırsat olamaz! Zamanımızda ise iş o hâle gelmiştir ki, değil bir gün, bir saat adaletle iş yapmak, altmış yıl ibadetten efdal olacak dereceye varmıştır.
Dünyanın kıymetsizliği, açık ve ortadadır. Büyükler buyurdular ki: «Dünya kırılan altın bir testi, ahiret de kırılmaz toprak bir testi olsa, akıllı kimse, geçici olan ve yok olacak olan altın testiyi bırakır, ebedi olan toprak testiyi alır. Kaldı ki dünya, geçici ve kırılacak toprak bir testi gibidir.» Ahiret ise hiç kırılmayan ebediyyen bâki kalacak olan altın testi gibidir. Öyleyse, buna rağmen dünyaya sarılan kimseye nasıl akıllı denilebilir? Bu misali iyi düşününüz ve daima göz önünde tutunuz…”

9 Haziran 2014 Pazartesi

ALİ EMİRİ EFENDİ

Ali Emîrî (d.1857Diyarbakır-ö.1924 İstanbul), araştırmacı ve Tezkire yazarı.[1] Kaşgarlı Mahmud’un Divânu Lügati't-Türk isimli eserini Türk kültür hayatına kazandıran kişi. Millet kütüphanesinin kurucusu.
1857’de Diyarbakır’da doğan Ali Emîrî, daha küçüklüğünden itibaren okumaya ve araştırmaya meraklıydı. Ali Emîrî, dokuz yaşındayken, beş yüzden fazla şairin şiirlerinin yer aldığı Nevadir-ül Asar isimli eserdeki dört bin beyiti ezberledi. Gençliğinde hat sanatıyla da meşgul oldu. Yazdığı bazı levhalar Diyarbakır’da camilere asılmıştı.
Ali Emîrî kitap okumaya meraklıydı. Gençlik yıllarında Doğu Edebiyatı’na ait birçok kitabı okuyup ezberlemişti. Bu yıllarını kendisi şöyle anlatıyor:"Eğlenmeye merakım yok idi. Üstadımızla gezintiye gittiğimizde, çocuklarla oyun oynarken, ben bir tarafa çekilir kitap okurdum."[2]
Dükkâna bir müşteri girdiğinde, “Mal orada. Fiyatı da şudur. Alacaksanız indireyim, yoksa beni boş yere meşgul etmeyin” diye sesleniyordu. Bunun üzerine müşteri de mal almadan gidiyordu. Babası oğlunun ticarete faydadan ziyade zarar verdiğini görünce, onu dükkândan uzaklaştırmak zorunda kaldı.[3]
Çalışma hayatı memuriyette geçti. Kâtip, maliye müfettişi ve defterdar olarak Diyarbakır, SelanikAdana, Leskovik, Kırşehir, Trablusşam,ElazığErzurumYanyaİşkodraHalep ve Yemen’de otuz yıl kadar memuriyet görevinde bulundu. 1908’de kendi arzusuyla emekli oldu.
Emekliye ayrıldıktan sonra Ali Emîrî, kalan hayatını İstanbul’da kitapları arasında geçirdi. Akşamları Divanyolu’ndaki Diyarbakır Kıraathanesi'ne gidiyor, dostları ile sohbet ediyordu. Onun bu sohbetlerini Dr. Muhtar Tevfikoğlu şöyle anlatıyor: "Dostları dediğim, öğrencileri, daha doğrusu öğrenci hüviyetine bürünmüş arkadaşları. Ama nasıl öğrenciler? Her biri kendi sahasında tanınmış ilim ve fikir adamı, eser sahibi, kalem erbabları. Sohbet dediğim de bir nevi ders. O yaşlı başlı, kelli felli adamlar öğrenme heyecanı içinde, Emîrî’nin etrafını sarmışlar, durmadan bir şeyler soruyorlar. Bazı ilmi meselelerde tereddütlerini gideriyorlar. Bilmedikleri kaynakları öğreniyorlar. Yeni mehazlar elde ediyorlar. Kısacası ondan bir anlamda ders alıyorlardı." [4]

Dil bilgini Kaşgarlı Mahmud’un Divânu Lügati't-Türk isimli eseri, 1910’a kadar adı bilinen, fakat kendisi meçhul bir eserdi. Ali Emîrî Efendi, Abbasi halifesine sunulmak üzere Bağdat’ta 1072-1074 yıllarında Kaşgarlı Mahmud tarafından yazılan bu eseri, sahaflarda Divânu Lügati't-Türk olduğu bilinmeden satılırken fark etmiş ve satın alarak Türk kültür hayatına kazandırmıştır.
Ali Emîrî Efendi sahaf Burhan’dan eseri 33 liraya satın aldı. Ancak ne sahafın, ne de eseri satanın onun Divânu Lügati't-Türk olduğundan haberleri yoktu. Eğer bunun farkına varmış olsalardı çok daha büyük meblağlara satacakları kesindi. Daha kötüsü bu eser kitap avcılarının eline geçmiş olsaydı anında yurt dışına kaçırıp karşılığında bir servet elde etmeleri mümkündü.
Ali Emîrî Efendi kitabı satın aldığında duyduğu sevincini şu şekilde dile getirir: "Bu kitabı aldım; eve geldim. Yemeği içmeği unuttum… Bu kitabı, sahaf Burhan 33 liraya sattı. Fakat ben bunu birkaç misli ağırlığındaki elmaslara, zümrütlere değişmem."
Ali Emîrî Efendi kitabını kimseye göstermek istemedi. Hem kitabı kıskanıyor ve hem de kaybolmasından endişe ediyordu. Devrin ünlü simaları Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü gibi şahıslar, Ali Emîrî Efendi’nin Divan-ı Lugat it Türk bulduğunu işitmiş ve görmek istemişlerse de Ali Emîrî Efendi onları kitaba yanaştırmamıştı; kitabı sadece çok güvendiği Kilisli Rıfat Efendi’ye gösteriyordu.
Ali Emîrî Efendi satın aldığında kitap hırpalanmış ve yıpranmış bir vaziyetteydi. Şirazeleri çözülmüş, formaları dağılmış, sayfaları birbirine karışmıştı ve numaraları da yoktu. Bu sebeple kitabın eksik mi, tam mı olduğu belli değildi. Ali Emîrî Efendi, bunun tesipitini Kilisli Rıfat Efendi’ye yaptırdı. Kilisli Rıfat Efendi, iki ay müddetle kitabı üç kere okudu. Sonunda eserin tam olduğu belli olmuştu. Kilisli Rıfat Efendi, karışmış sayfaları yerli yerine koydu ve numaralandırdı. Ali Emîrî Efendi bu hizmeti karşılığında Kilisli Rıfat Efendi’ye bir evini hediye etmek istediyse de kabul ettiremedi. Kilisli Rıfat Efendi, eğer illa kendisine bir mükâfat verecekse, kitabı yayınlamasının yeterli olacağını söyledi.


GÜNLERDEN PAZARTESİ

PAZARTESİ SENDROMU DEDİKLERİ ŞEY

Peygamberimiz’in (S.a.v) hayatındaki birçok güzel olay bu günde yaşanmıştı. Pazartesinin bu yönünü biliyor musunuz?..
‘Pazartesi sendromu’ adıyla zamana karşı kötümser bir yaklaşım sergilenir. Kimilerine göre yoğun bir iş temposu anlamına da gelen pazartesi, takvimden silinecek kadar kötüdür. Ama bizim inancımızda pazartesinin ayrı bir öne
mi vardır. Peygamberimiz’in (sas) hayatındaki birçok güzel olay bu günde yaşanmıştır. Halk diliyle günahını aldığımız pazartesi, İslâm’da birçok gelişmeyle kaderdenktir.

Günümüzde birey, sanayileşme ve teknolojinin baş döndürücü bir hızla gelişmesi karşısında zamanla yarışa koyularak manadan soyutlanmış mekanik bir varlığa dönüşmüştür. Bu amansız yarışta insanın kendi varlığını ispatlayabilmesi ve kendini tatmin etmesi için üretken değil, tüketen bir varlık olması sürekli empoze edilmektedir. Böylece insan daha fazla tüketmek için daha fazla çalışmakta ve kendini sonu gelmeyen kısır bir döngüden kurtaramamaktadır. Bu hayat tarzı birçok maddi ve manevi problemin yanında ‘pazartesi sendromu’ olarak da isimlendirilen zamana karşı kötümser bir yaklaşımın da doğmasına neden olmuştur. Pazartesi, amansız bir çalışma maratonunu hatırlattığı ve başlattığı için istenmeyen bir zaman dilimi halini almıştır.

Bizim dünyamızda ise zaman kıymetini; mekân kutsiyetini, Yaradan’ın ve O’nun elçisinin bunlara verdiği önemin yanında ulviyet boyutlu, insanlığın kaderini derinden etkileyen olayların kendilerinde gerçekleşmesiyle kazanır. Evrende her nesne Allah’ın bir sanatıdır ve bizler, yaratılanın Yaradan’dan ötürü hoş görüldüğü bir medeniyetin çocuklarıyız. Bu açıdan varlık, bizim için hikmet ve hayır yumağı olarak karşımızda bütün ihtişamıyla endam eder. Buna karşın toplumumuzda bazı canlı ve varlıkların uğursuzluk getirdiğine dair inançlar da vardır. Allah’ın insanlar için tayin ettiği zaman dilimlerinden bir parça olan pazartesi de bu anlayıştan hissesini almıştır. Burada birey, işyerindeki sorunlara ve çalışmaya karşı olan tepkisini zamana yansıtır.

Kur’ân-ı Kerim’de ve Hz. Peygamber’in sözlerinde çalışma ve kazancı alın teriyle elde etme önemle vurgulanmıştır. Pazartesiye, ailemize helal lokma götürmenin ve üreten bir insan olmanın ilk günü olarak bakabiliriz. Bunun yanında Peygamberimiz’in hayatında önemli gelişmeler ve birçok güzel olay pazartesi gününde olduğundan bizim için pazartesi, hangi hayırları ve güzellikleri getireceği daha pazar gününden beklenen bir gün olabilir. Halk diliyle günahını aldığımız pazartesi, İslâm’da birçok gelişmeyle kaderdenktir.

Pazartesinin faziletleri ve getirdiği güzellikler

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed (S.a.v ) bu günde dünyayı şereflendirmiştir. Hz. Peygamber ( S.a.v ) bu konuda, “Bugün benim doğduğum ve peygamber olarak gönderildiğim yahut bana vahiy indirildiği gündür.” buyurmuştur. (Müslim, Sıyâm) Hz. Peygamber’in, risâlet öncesi Hace- ru’l-Esved’in yerine konulmasındaki problemi çözerek muhtemel çatışmayı önlediği gün pazartesidir.

(Muhammed Hamidullah, Hicri Takvim ve Tarihi Arka Plan, UÜİFD, IX; Mehmet Apaydın, Rasûlullah’ın Günlüğü) Pazartesi, bizim de problemleri çözeceğimiz ve hayır elçisi olacağımız bir zaman dilimi şeklinde kabul edilebilir.

Hz. Peygamber’e ilk vahyin indirildiği ve risâlet vazifesinin verildiği gün pazartesidir. Hz. Peygamber (sas), “Kur’ân-ı Kerim bana pazartesi gününde indirildi.” buyurmuştur. (Tirmizi, Menâkıb) Biz de pazartesiye, alacağımız sorumlulukların gereğini hatırlatan hayırhah bir dost olarak bakabiliriz.

Hz. Peygamber’in (S.a.v ) irtihali pazartesi günüdür. (Buharî, Ezan) Pazartesi, Efendiler Efendisi’ne göndereceğimiz bir duanın veya sevabını hediye edeceğimiz Kur’ân’ın okunacağı bir zaman olamaz mı?

Pazartesi, yolculuk, ticaret ve rızık günüdür. Zira Allah Resulü (S.a.v ), “Pazartesi yolculuk ve ticaret günüdür.” “Ey Allah’ın Resulü, bu nasıl olur?” dediler. Buna cevaben “Çünkü o gün Şuayb Aleyhisselam, ticaret yapmak ve rızık kazanmak için yolculuk yapmıştır.” buyurdu. (İbn Mace) Böylece pazartesi, bizim için işe koyularak sünnete uymanın sevabını ve hayrını ummanın bir anı olamaz mı?

Pazartesi, kulların bağışlanma günüdür. Hz. Peygamber (S.a.v ), “Cennet kapıları, pazartesi ve perşembe günleri açılır. Ve Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayan her kula (günahları) mağfiret edilir. Yalnız din kardeşi ile aralarında düşmanlık bulunan kimse müstesna! (Onlar hakkında) ‘Şu iki kişiye barışıncaya kadar mühlet verin!’ denilir.” (Müslim, Birr ve Sıla) buyurmuştur.

Amellerin arz günüdür. Allah Resulü (sas), “Ameller her pazartesi ve perşembe günleri Allah’a arz olunur. (Müslim, Birr ve Sıla) Amellerin arz günü hayırlı karşılığın alınacağı bir gün olması dilenebilir.

Pazartesi, Allah’ın dünyanın yaratılışında ağaçları yarattığı gündür. Pazartesi, aldığımız her nefeste payları olan yeşillikleri hatırlayıp Yaradan’a yeniden şükredeceğimiz bir pazartesi niye olmasın?

Pazartesi oruç günüdür. Hz. Âişe (r.anha), şöyle demiştir: “Rasû- lullah (S.a.v), pazartesi ve perşembe oruçlarını dört gözle beklerdi.” (Tirmizi, Savm) Efendimiz, başka bir sözlerinde, “İnsanların amelleri pazartesi ve perşembe günleri Allah’a arz olunur. Bu yüzden ben amelimin oruçlu olarak Allah’a arz olunmasını severim.” (Tirmizi, savm) buyurmuştur.

İLİM YOLUNDA HARİKA HÂFIZALAR

İLİM YOLUNDA HARİKA HÂFIZALAR


Hıfz ve hâfıza İslâmî ilimlerde, bilhassa hadîs ilminde en mühim özelliklerindendir. 

Kur’ân-ı Kerîm’i sekiz günde ezberlemiş olan İmam Zühri (rh): “Kalbime tevdî‘ ettiğim ilimlerden hiç birini unutmadım. Hiçbir sözü, bir âlimin ağzından dinledikten sonra, bir daha tekrarlatmış değilim. Ezberlediğim hadîslerden yalnız birisinde şübhe edecek oldum, onu da, râvîsine sordum, ezberlediğim nasıl ise öyle çıktı” demiştir.

Ahmed bin Hanbel Hazretleri; bir milyon, yanlış okumadınız (1.000.000) hadîsi ezberlemişti. Bu rakam olağanüstü bir rakamdır. Fikir vermesi için şöyle bir misâl verebiliriz. Bu gün en geniş hadîs koleksiyonu Kenzü’l-Ummâl’dir ve bu kitap 16 cilt olup içinde 46 bin hadîs vardır. 1 milyon hadîs bu ölçüye göre 320 cildin üzerinde bir rakamdır. Ortalama bu kadar cilt kitap üst üste konulduğunda üç katlı bir apartmanın boyu kadardır yani yaklaşık 10 metre yüksekliğindedir.

İmam Buhârî Hazretleri, 17 yaşındayken 70 bin hadîsi ezbere biliyordu. Daha sonraları 500 bin civarında hadîs ezberlemiştir.

Firuzâbâdî Hazretleri ki; meşhur Kāmûs-u Okyanus’un yazarıdır. Bu zâtın da hâfızası fevkalâde idi. Her gece 200 satır ezberlerdi. Kur’ân sayfalarıyla bu 15 sayfadan fazla olur. İmam Müslim’in Sahîh’ini bir haftada ezberlemişti.

İmam Fahreddîn-i Râzî kelâm ilmine dâir 12 bin varak yani 24 bin sayfa ezberlediğini ifade etmiştir

12 Mayıs 2014 Pazartesi

RÜYALAR GERÇEK OLDU

BİRAZ ESPİRİYLE BAŞALAYALIM....                      
               
İŞTE ÖZLEMLER GELMESİNİ BEKLEDİĞİMİZ KİTAPLAR
Hemen ekleyelim kitapları ayağımıza çağırmadık, biz onlara gittik. Çünkü; "el ilmü la ye'ti, el ilmü yü'ta ileyhi"
-"ilim gelmez ilme gidilir."-


  1. Alaiyye tarihi
  2. Muvatta
  3. Kavlül ceyyit
  4. Şerhi akaid tercümesi
  5. Nibras
  6. Miratı mecelle
  7. Osmanlı müellifleri
  8. Zeria ilmi şeria
  9. Seyfül gullab
  10. Şerhul menar ve havaşihi
  11. Menarul envar fi ilmil usul
  12. Dirasat fi usulül hadis
  13. Sönmüş yıldızlar
  14. ilmi hilaf
  15. Tecvit risaleleri
  16. Yeni ilmi kelam
  17. Nesayihi kuraniyye
  18. Mizanül ukul
  19. Risalei Besmele
  20. Neticetüttefasir
  21. Tercümanı şemsiyye
  22. isam alel feride
  23. Nesrulleali
  24. Tarikatı muhammediyye
  25. Bedaiul izhar
  26. Hadisi erbain
  27. Kavlüssedid
  28. Miratı akaid
  29. Ruh
  30. Teshilüssarf
  31. Tefsir tarihi
  32. Virdül müfid
  33. Mukaddimetül cezeri
  34. Hakikatül hurriyye
  35. Tercümanı Şemsiyye






7 Mayıs 2014 Çarşamba

Kadın işçi çalışırken nelere dikkat etmeli?

İslam Dini, çalışma, işçi veya işveren olma konusunda erkekle kadın arasında bir ayırım yapmamıştır. Erkek gibi kadında ihtiyaç veya zaruret bulununca kendi yetenek ve mesleği yönünde çalışabilir.
İslam’a göre, mümin bir kadın, aşağıdaki durumlarda, gelir getirici bir işte çalışmaya zorlanamaz.
a) Evli kadının geçim masrafları kocasına aittir.
b) Kız çocuğunun geçim masrafları evleninceye kadar babasına aittir.
c) Dul kadınlar baba evine dönerse, ölünceye kadar onun geçimini sağlamak babasının, çocuklarının veya erkek kardeşlerinin üzerine vaciptir.
d) Yakınları bulunmayan kadınların geçimini, bir İslam toplumunda devletin üstlenmesi gerekir.
Hz. Peygamberimiz döneminde ev içinde gelir getirici iş yapan hanımlar olduğu gibi, şartların zorlaması sonucunda ev dışında çalışanlarda olmuştur. Nitekim Peygamberimizin hanımlarından Zeynep Bint-i Cahş ile Ümmü seleme validelerimizin evde deri işi yaparak para kazandıkları nakledilmektedir.
İslam dini kadına öncelikle annelik ve eş olma rolünü biçerken modern toplum, kadını cinsiyetten arınmış ve bağımsız bir birey olarak görmektedir. Bu sebeple günümüz toplumunda aşağıdaki şartlar bulunduğu takdirde ancak kadın çalışabilir.
a) Kadının dışarıda çalışması için zaruret veya ihtiyaç bulunması. Günümüzde geçim masraflarını karşılayacak bir yakınının bulunmaması bir zaruret sayılacağı gibi, bir doktor veya ebe hanımın maddi ihtiyacı olmasa bile çalışması toplum açısından bir ihtiyaçtır.
b) İffet güvenliğinin bulunması.
c) Tesettürlü çalışabilmesi.
d) Halvetin (kadın ve erkeğin kapalı kapılar arkasında bulunması) söz konusu olmaması.
e) Kadının fizik özelliklerine uygun iş bölümü yapılması.
f) Evli kadının çalışabilmesi için eşinin rızasının bulunması.

Bayan sekreter çalıştırmak:

Erkek bir işverenin büro veya fabrikasında bayan sekreter çalıştırabilmesi için aşağıdaki hususlara dikkat etmesi lazımdır.
a) Sekreter, aynı zamanda nikâhlı eşi veya mahrem hısımı ise bir mahzur olmaz.
b) Eş veya yakın hısımı olmayan sekreterin, gerek işveren ve gerekse yabancı erkeklerin yanında tesettüre dikkat etmesi gerekir.
c) Sekreter ile İşverenin yalnız olarak, baş başa kalabilecekleri bir ortamın (halvet) bulunmaması lazımdır.
d) İş yeri düzenlemesinde, sekreterin bulunduğu yerin topluca bayanların çalıştığı büro veya bölümle, açık bir mekânla bitişik olması,
e) İşverenin sekreter veya bayan personelle görüşmeyi ya başka birisinin bulunduğu sırada yapması ya da kapıların açık olduğu bir zeminde yapması gerekir.
Sonuç olarak, Müslüman bir işverenin yalnız baş başa (halvet) kalmaya yol açabilecek tarzda bayan sekreter veya bayan işçi çalıştırmaması gerekir. Çünkü Peygamberimiz, “Dikkat ediniz, hiçbir erkek yabancı bir kadınla baş başa kalmaz ki, üçüncüleri şeytan olmasın buyurmuşlardır.

KAYNAK:İNCEMESELELER

İHTİCAB

İHTİCAB

MISIR KADISI MERHUM CEMALEDDİN EFENDİ'NİN 1318 (1902) YILINDA MISIR'DA KALEME ALDIĞI VE KADINLARIN TESETTÜRÜ VE HİCABI İLE ALAKALI ELE ALDIĞI ESERİ.


Son günlerde sosyal medyada özellikle kadınları iş yaşamına dahil edilmesiyle alakalı olarak bir tazyik yaşanıyor. 

(http://yenisafak.com.tr/yazarlar/FatmaKBarbarosoglu/erkekler-calismasin/51644)

Dünya üzerindeki sosyal adaleti en güzel sağlayan dinimiz islam tabii ki kadının çalışmasına karşı değildir. Ama ruhsat verilen çalışma işi kadının mahremiyetini yitirmeyeceği bir çalışmadır. Mahremiyete dikkat edip erkeklerle ihtilat etmedikden sonra buna kimsenin diyebileceği birşey yoktur. Dolayısıyla meselenin çerçevesini iyi ayarlayıp güzelce tahlil etmek lazımdır.

İşte musannıf merhum tam da bu mesellerin ortasında; Avrupa devletleri tarafından öne sürülen: kadının çalışma hayatına dahil edilmemesi ilerlemenin önünü tıkamıştır. sözüne bir cevap olarak yazılmıştır.

Kitapta evvela meselenin tahlili yapılmış, daha sonra kadın ve erkek cinsinin yaratılış tahlilleri yapılmış daha sonra islam fıkhı hükümlerine göre meselenin fıkhi boyutu ele alınmış daha sonra da Avrupa devletlerinden somut rakamlarla misaller verilmiştir.



Kitapta meselenin fıkhi ve akli boyutu üslübü hakimi beyan ile ele alınmış anlaşılır bir şekilde ifade edilmiştir. Okuyacak olanların azami derecede istifadesini Cenabı Hakk'tan niyaz ederiz.....

"keşfi sitarei haya avakıbi vahime tevellüdüne bais olan zevali imana bir alamet olacağından bir kadın fazileti hayayı muhafaza da ihtimamsızlık gösterecek olursa tariki istikamet, savn ve ifafı şaşırmış olur..."

"kühl, halhal, bilezil, küpe, gerdanlık gibi zinetlerin vaki olduğu bilek, ayak bileği, topuk, baş, sadr gibi mevzilerin ayette zikredilmeyip -zinet- buyurulması tesettür ile emirde mübalağa içindir...."

2 Mayıs 2014 Cuma

YENİ KİTAPLARIM

Müslüman muhayyilesinin bugün karşılaştığı en büyük tehlike kendisini tanımlayacak kendi köklerini anlatacak kendi lisanın okuyacak kitaplarının olmamasıdır. İşte böylesine kısır ve kasır olan bir zamanda bu açlık ve açıklığımızı kapatmaya çalışıyoruz.

İşte elimize geçen okuma listemize aldığımız yeni kitaplarımız;
  1. İhticab
  2. Cevahiri İslam
  3. Cetveli Tasrifi Ef'al
  4. Gıldatül Avalim
  5. Hz. Ömer'in Adaleti
  6. Cevahiril Meknune Fi Adabizzikr
  7. Cevahiril Kelam Fi Akaidil İslam
  8. Dekaikul Mahkeme
  9. Fevaidi Etfal
  10. Cevahiril Efkar
  11. Camiül Cuma

İnşaallah okundukça sizlerle paylaşmaya çalışacağız.



KİTAP TUTACAĞI

KİTAP TUTACAĞI

Arkadaşlardan birisi kütüphanemdeki raflar için hediye olarak tutacak almak istediğini söyledi.
Ancak daha sonra kendisi düzeltti: "gerçi sizin için asıl olan; raflarda boş olan yerleri düzenlemekten öte oraları kitapla doldurmak" dedi. İster istemez hoşuma gitti yani....
İnşallah istanbul'a siparişimizi verdik 27 adet osmanlıca-arapça kitap yarın elimize ulaşacak inşaallah...


13 Mart 2014 Perşembe

MODERNLEŞME DEVRİNDE İLMİYYE


Ne gecenin uykusuzluğu, ne ilerleyen saatlerin yorgunluğu nede gözlerimin uykuya karşı direnişi mani olamıyor bu kitabı okumaya.....
Kulaklarımız o kadar çok alışmış ki son zamanlarda; Osmanlı nın kötülenmesine, medreseler hakkında  atılıp tutulmasına hatta zannedersiniz ki 17. yy dan sonra Osmanlı da medreseler iş görmedi hiç ilim adamı yetiştirmedi.
Ama bu  kitabı görünce anlıyoruz ki Osmanlı son saniyesine kadar islam medeniyetinin ilim sancağının elinde bulundurmuş, ilim hep zirvesini yaşamıştır.
Kitabı okudukça görüyorsunuz ki: (...görmek istiyorsanız kitabın tamamını okumanız lazım....)

"MEDRESELER DE TIPKI OSMANLI DEVLETİ GİBİ ÇÖKMÜŞ DEĞİL,DURDURULMUŞTUR." 

"OSMANLI DEVLET HAYATINI NİZAMLAYAN MUHARRİK UNSUR: İLMİYYE DİR." 

"OSMANLIYI SANCAK BEYLİĞİ OLMAKTAN ÇIKARARAK GÜÇLÜ VE KUDRETLİ BİR DEVLET ŞEKLİNE DÖNÜŞTÜREN ESAS GÜÇ, VARLIĞI EN BÜYÜK İBADET OLAN ADALETLE KAİM OLAN ULEMA DIR."

CEVDET PAŞA NIN  MEŞHUR TARİHİ HULEFA SI ; EHLİ SÜNNET AKAİDİNİ MUHAFAZA İÇİN YAZILMIŞTIR.

...

6 Mart 2014 Perşembe

ÇOK CAHİLSİN

-Tarihçi İlber Ortaylı ile alakalı internette dolaşan capslerden birisi-

4 Mart 2014 Salı

SEYEHAT VE KİTAP


Seyehat esnasında kitap okumanın ayrı bir yeri vardır bende. Bir ay önceki istanbul ziyareti dönüşünde Ankara'ya kadar bir kitap bitirmiş idim. Bu hafta sonu ziyaretine çıkmadan evvel ziyaretin keyfiyyetinden sonra aklıma gelen diğer soru dönüş yolunda hangi kitabı okuyacağım idi. İstanbul'a giderken de hiçbir kitap almamıştım yanıma. Belki de bu seyehatte kitap okuyup  okumama noktasında kendime tan bir güvenim yoktu.
Tam dönüş yoluna çıkacağımız sırada eskimeyecek olan dostlarımdan birisi elime bir hediye poşeti tutuşturuverdi. Kitap olduğu belliydi. Beni hemen bir heyecen sardı. Acaba kütüphanemde olan kitaplardan birisimiydi? yoksa yeni bir kitap mı?
Açtığımda gördüm ki yıllar önce kitaplığıma eklenmiş olan bir kitap. Ancak birkaç defa okumak için niyetlenip elime aldığım halde henüz okumamış idim. Demek ki su sefere kısmet dedim başladım okumaya.
Mezhepler tarihi ile alakalı orijinal malumatların olduğu değerli bir kitap. Mezheplerle alakalı çok güzel malumatlar var. Özellikle günümüzde Ehli sünnet dışı dünyayı tanımada faydası var.
Kitapta altı çizilecek birçok satırın olduğunu kitap kurtlarına belirtirim. Mezhepler tarihi okumak isteyenler için başlangıç olabilecek bir eser.
Bizimki bitmek üzere .
Yoksa siz hala başlamadınız mı?



1 Mart 2014 Cumartesi

MEVAHİBİ LEDÜNNİYYE

-İMAM KASTALANİ'NİN (RA) MEŞHUR ESERİ-

     MEVAHIBU'L-LEDUNNİYYE

Ahmed b. Muhammed el-Kastalânî'nin (ö. 923/1517) Pcygamberimiz'în hayatı ve şahsiyetine dair eseri.

Klasik siyer kaynaklarında iki ayrı metot takip edildiği bilinmektedir. Bunlardan birincisinde Resûl-i Ekrem'in hayatı doğumundan vefatına kadarki gelişmeleriyle ve tarih sırasına göre ele alınır; İbn İshak'ın İbn Hişâm yoluyla gelen Sîre'si ile kronolojik esasa göre tarihî olayları inceleyen tarihçilerden meselâ Taberî'nin Tâ-rîh'i buna örnek olarak gösterilebilir. İkinci metotta Resûlullah'ın huyu ve tavırları (şemail), peygamberliğini kanıtlayan özel halleri ve mucizeleri (delâil), kendine has nitelikleri (hasâis) ve ahlâkı gibi konulara ağırlık verilir; bunun en meşhur Örneği de Kâdî İyâz'ın eş-Şifâ' adlı eseridir. Kastalânî ise bu iki metodu birleştirerek kendisini büyük şöhrete ulaştıran el-Mevâhi-bü'1-ledünniyye bi'1-minahi'l-Muhammediyye'yi telif etmiştir.

Kastalâni’nin hac için gittiği Mekke'de. Muharrem 898'de [15] başlayıp yirmi ay sonra 15 Şaban 899 günü [16] tamamladığı el-Mevûhibi ledünniyye "maksad" adı verilen çeşitli alt başlıklara ayrılmış on ana bölümden oluşmaktadır.
·       Birinci bölümde Hz. Peygamber'in doğumundan vefatına kadar gelişen olaylar kronolojik sırayla ele alınır.
·        İkinci bölüm Resûl-i Ekrem'in isimleri, çocukları, eşleri, akrabaları, hizmetçileri, kumandanları, elçileri, kâtipleri, mektupları, müezzinleri, hatipleri, şairleri, savaş aletleri ve hayvanları ile kendisine gelen heyet ve elçiler hakkındadır.
·       Üçüncü bölümde yaratılış ve ahlâkındaki yüceliklerden, yeme içme ve giyim kuşamından,
·       Dördüncü bölümde mucizeleri ve kendine has nitelikleriyle ümmetinin Özelliklerinden,
·       Beşinci bölümde isrâ ve mi'rac mucizelerinden,
·       Altıncı bölümde yüksek şahsiyetine dair âyetlerden,
·       Yedinci Bölümde ona sevgi beslemenin ve sünnetine sarılmanın gerekliliğinden,
·       Sekizinci bölümde tibb-ı nebevî ile yaptığı rüya tabirlerinden ve geleceğe yönelik olarak verdiği haberlerden,
·       Dokuzuncu bölümde ibadet hayatından,

·       Onuncu bölümde vefatından, kabriyle mescidini ziyaret âdabından ve onun âhi-retteki yüce mevkiinden bahsedilir. Eser birçok defa basılmış Beyrut müftüsü Yûsuf b. ismail en-Nebhânî tarafından Envâ-rü'I-Muhammediyye mine'l-Mevâhi-bi'I-ledünniyye adıyla ihtisar edilmiştir.[18]

Süyûtî, el-Mevâhibü'1-ledünniyye-nin kendisinin el-Hasâişü'l-kübrâ adlı eserinden intihal edildiğini ileri sürmüş, bundan ve konunun büyük tartışmalara yol açmasından etkilenen Kastallânî bizzat Süyûtî ile görüşerek eserinin intihal olmadığını ona kanıtlamıştır. el-Mevâ-hîbü'l-ledünniyye güzel bir tasnife, sade bir üslûba ve siyer-i nebiye dair muhtevalı bir çeşitliliğe sahip olduğu için İslâm dünyasında şöhret yapmıştır.
***Eser Osmanlı dünyasında da sevilerek okunmuş, özellikle şair Bakînin Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa'nın teşvikiyle akıcı bir üslûpla yaptığı çeviri Türk halkı arasında onun daha çok ilgi çekmesini sağlamıştır. Bakî, yazdığı mukaddimede kitabın büyük şöhretinden bahsettikten sonra konuların anlatılış tarzını cennet bahçelerinde gezinmeye benzetir ve aslı Arapça olduğu için onu herkesin okuyamadığını belirterek "bu ay çehrelinin önündeki perdeyi kaldırıp" aydınlığından çok kişiyi yararlandırmak istediğini söyler. Bakî eseri sadece tercüme etmemiş, içinde geçen âyetlerin tefsirini, hadislerin tahkikini ve diğer rivayetlerin yer yer tenkidini yapmış, bu arada Kastallânî"nin Şafiî olduğu için kaydettiği kendi mezhebine ait meselelere Hanefî meselelerini de eklemiştir. Böylece yüzden fazla kay*nağa müracaat edilerek genişletilen eser hem hacim bakımından büyümüş hem de ilmî açıdan değer kazanmıştır. Bâki-nin Meâlimü'l-yakin üsîreti seyyidi'l-mürselîn adını verdiği bu çalışmanın pek çok yazma nüshası bulunmaktadır..


KİTAPLARIM

İŞTE KÜTÜPHANEMİN EN YENİ KİTAPLARI

1.İmamı Kastalani - Mevahibi ledünniyye
2.Seyyid Şerif Cürcani - Kitabüt-Ta'rifat

Her ikisini de http://www.faziletkitap.com adresinden bulabilirsiniz.
Üstelik Mevahibi Ledünniyye piyasa fiyatının % 70 daha altında. Bu fırsatı kaçırmamalarını herkese tavsiye ederiz.
***
İmam Kastalani’nin Mevâhib-i Ledüniyyesi hakkında büyük alim Yusuf Nebhani merhum diyor ki;
Peygamber Efendimiz’in siretinden, hayatından, harblerinden ve sair hallerinden bahseden kitapların en faziletlisi Mevâhib-i Ledüniyedir bu mevzuda yazılan kitapların en makbulüdür.
Bu kitabın şair baki merhum tarafından Türkçeye tercümesi sadeleştirilerek basılmıştı
r. 

28 Şubat 2014 Cuma

FİTNE

Hasan-ı Basrî Buyuruyor Ki: 
'' Alim, fitneyi gelirken ; cahil, giderken farkeder.''


Biz hep ne dedik......

27 Şubat 2014 Perşembe

SULTANIN NİYETİ

Nuşirevan demişken;
Adil bir hükümdar olan Nuşirevan, bir gün ava çıkar. Av peşinde iken, muhafızlardan ayrı düşer. Susayan hükümdar, yakınında bir köy görüp oraya gider. Bir evin kapısının önünde durup, içmek için su ister. Evden bir çocuk çıkar.
        Kendisini gördüğünde eve süratle geri döner ve bir şeker kamışı parçasını sıkıp, suya karıştırır, bir bardakla onu hükümdara sunar. Hükümdar kadehe bakar ki, içinde toprak ve toz bulunur. Yavaş yavaş suyu içer. Sonuna vardığında:
    - "Güzel ve tatlı su. İçinde toz toprak bulunmasaydı" der. Kız çocuğu:
    - "Ona toz, toprağı ben kasden koydum" der. Hükümdar:
    - "Niçin böyle yaptın?" diye sorunca, çocuk:
    - "Seni çok susamış gördüğümden, suyu birden içersin de sana zarar verir diye korktum" der.
    Nuşirevan kızın zeka ve anlayışından dolayı taaccüp ederek:
    - "Suya kaç şeker kamışı sıktın?" diye sordu. Çocuk:
    - "Bir tane sıktım" diye cevap verdi.
    Nuşirevan buna da çok taaccüp etti. Sonra sarayına döndüğünde, o yerin vergi kayıtlarını istedi. Kontrol sonucu, vergisinin az olduğunu gördü. Kendi kendine oranın vergisinin artırılması cihetine gidilmesine karar verdi.
    Bir müddet sonra o yere yalnız başına gitti. Aynı kapının önünde durup, içmek için su istedi. Kapıyı yine aynı kız çocuğu çıktı. Kendisini tanıdı. Süratle ona su getirmek için eve girdi. Fakat bu sefer suyu getirmekte geç kaldı. Hükümdarın yanına çıktığı vakit kendisine:
    "Geç kaldın" dedi. Çocuk:
    - "Senin ihtiyacın bir kamış parçasından çıkmadı. Üç kamış parçasını sıkmak zorunda kaldım" diye cevap verdi.
    "Bunun sebebi nedir?" diyen hükümdara çocuk şöyle cevap verdi:
    - "Sultanın niyetinin bozulmasıdır. Biz işitmişiz ki, Sultanım, kavmi üzerindeki niyeti değiştiği zaman, mahsullerininin bereketi gider ve hayırları azalır."
    Bunu işiten Nuşirevan güler ve içinde beslediği vergiye zam hususundaki kararından vazgeçer.

NUŞİREVAN VE BAYKUŞ


 Saltanatın ilk yıllarında böyle halına zulmeden, ve onları adeta inim inim inleten Nuşirevan, maiyeti ile beraber bir gün ava çıkmıştı. Yanında gayet zeki ve halkın durumuna içten içe üzülen veziri de vardı. Bir süre avlandıktan sonra bir ara veziri ile beraber diğer adamlarını yanından ayrılarak bir suyun başına vardı. Atından indi. Orada bir müddet istirahata çekildi. Onlar orada istirahat ederlerken iki tane baykuş gelip yakınlarına bir yere konarak ötmeye başladılar. Öylesine ötüyorlardı ki ister istemez Nuşirevan’ın dikkatini çekti. Baykuşların bu nameleri hoşuna gidince vezirine seslendi.
           Ey vezirim! Şu kuşların dilinden anlıyor olsaydık ta konuştuklarını bilseydik. Kim bilir neler konuşuyorlardır. Zeki vezire halkı içinde bulunduğu durumu anlatabilmek için bir fırsat doğmuştu. Nuşirevan’a dedi ki:
           -Sultanım! Ben bu kuşların ne dediklerini biliyorum. Eğer müsaadeniz olursa ve beni bağışlarsanız bu kuşların aralarında neler konuştuklarını anladığım kadarıyla size bildireyim.
           Nuşirevan hayretle; “Peki anlat bakalım, gazabımdan emin olabilirsin.”
            Bunun üzer,ne vezir; “bu kuşlardan bir tanesi diğerinin kızını oğluna istiyor. Öbürü ise işi biraz naza çekerek, senin oğluna kızımı veririm fakat başlık parası olarak bir harabe isterim diyor. Bu öyle diyince kızı oğluna isteyen gayet memnun bir şekilde başımızda Nuşirevan gibi bir hükümdar varken ben sana bir değil on tane bile harabe veririm. Yeter ki sen kızını oğluma ver, diyor. İşte sultanım kuşların konuştuklarından benim anlayabildiğim bundan ibaret.
           Vezirin böyle söylemesi üzerine Nuşirevan hiçbir şey demedi. Ama vezirin ne demek istediğini çok iyi anladı. Memleketin ve halkın şu anda içinde bulunduğu durumu veziri ince bile üslupla nasıl da anlatmıştı. Saraya döndüklerinde bu durumu inceden inceye bütün detaylarıyla düşündü. Gerçekten de veziri doğru söylüyordu. O andan itibaren hal ve ahvalini değiştirdi. Halkını gözeten, onlara destek olan, son derce ad,l bir hükümdar oldu. Ölünceye dek yıllarca halkını adaletle yönetti. Ve gün geldi her fani gibi, oda ölüm döşeğine yattı. Son derece hastaydı. Etrafında çocukları, sevenleri çaresizlik içinde bekliyorlardı. Hekimler bir türlü onu iyileştirememişlerdi. Nuşirevan onlara dedi ki evlatlarım benim hastalığıma ancak harabede yaşayan baykuş eti iyi gelir. Hemen bana ondan bulun getirin de ondan yiyip şifa bulayım.
              Çocukları sevinçle bundan kolay ne var diyerek harabede yaşayan baykuş eti bulmak için çıktılar. Fakat durum umdukları gibi olmamıştı. Geri döndüklerinde son derece üzüntülüydüler. Babacığım memleketin her tarafını gezdik, dolaştık. Ne kadar aradıksa maalesef ne bir harabe bulabildik, ne de orada yaşayan bir baykuş bulamadık dediler. Tabi Nuşirevan bunu duyunca çok sevindi. İlk önce harabeden geçilmeyen memleketinde demek ki şimdi her yer müreffeh bir hale gelmiş, hiç harabe kalmamış.
             Nuşirevan öldüğünde tabutu tüm memleketi dolaştırılarak kimin hakkı varsa alsın diye tellal bağırtılmış olmasına rağmen, bir kimse çıkıp ta benim ondan şöyle bir alacağım vardı dememiştir. Bir memleketin idarecisi müşrik bile olsa, şayet adil ise o memleket ayakta kalır. Fakat idareci müslüman da olsa şayet adil değilse, halkına zulmediyorsa o memleket ayakta kalamaz. 

NUŞİREVAN


 Nuşirevan 49 sene Sasani devletinin başında bulunmuş, hükümdarlığında hiç kimsenin zulmen ve cebren bir şeyini almamıştır. Adaletiyle ve doğruluğuyla meşhur olmuştur. Nuşirevan müslüman değildi. Peygamber Efendimiz’in, müslüman olmadan ölmesine üzüldüğü bir kimseydi. 
         Adaletiyle şöhret bulmuş ve tarihe adil hükümdar olarak geçmiş olan İran Nuşirevan tahta çıktığı ilk yıllarda halkına karşı son derece zalimane bir tutum içindeymiş. Öylesine gaddar ve insafsızca bir yönetim göstermiş ki, halkı adeta canından bezdirmiş. Üstelik zevk-ü sefasına düşkün olup, korkunç harcamalar ve aşırı israf içinde sürdürdüğü saltanatla halkından tamamen kopmuş, en ufak bir ses çıkaran olursa cezalandırılmış....

26 Şubat 2014 Çarşamba

KAHVALTI

Bu kahvaltı masasını görünce hepimizin iştahı kabarır, canımız gider keşke bu sofrada olsak deriz...

Ancak böyle bir sofranın başında iken bu sofradan daha güzel olanı; bu sofrada olan  büyüklerle mülakat, onların ilim, irfan ve tecrübelerinden faidelenmek ve büyüklerin halleriyle hallenme fırsatı elde edebilmektir.

Bu günkü kahvaltı tam olarak da böyleydi. Aslında şunu da söylemek lazımdır ki; büyüklere kulak vermekten kahvaltı yapamadık desek yeridir.

Çünkü buyurulmuştur ki: ''inde zikrisaalihin tetenezzelürrahmetü''
''BÜYÜKLERİN ZİKREDİLDİĞİ- ANILDIĞI YERE RAHMET İNER''

Manevi nimetlerin olduğu yerde maddi nimetler sadece bedene bir yük ve ibadete engeldir.
Mevlam hepimizi rahmet yağmurlarıyla sulasın...

25 Şubat 2014 Salı

BAŞ OLMAK

Baş olanlar öğünmesin,
Ne gelirse başa gelir.
Dizler yere düşer amma,
Baş düşerse taşa gelir.

24 Şubat 2014 Pazartesi

YANGIN VE DUA

Bir gün Ebüd-Derda (r.a.)’ın evinin bulunduğu mahallede yangın çıktı. Kendisine haber verdiklerinde hiç oralı olmadan
“_Allah benim evimi yakmaz.” dedi.
“_Koş yetiş” diye üç defa haber verdikleri halde, her üçünde de aynı sözü tekrar etti. Hakikaten de onun evine yaklaşınca yangın söndü. Bu vaziyeti kendisine haber verene,
“_Ben bunu biliyordum” dedi. Bunun üzerine
“_Ne acaib ifadelerin var” diye kendisine sorduklarında şöyle cevap verdi.
“_Ben Resulullah (s.a.v.)’in şöyle buyurduğunu işittim. Gece ve gündüz şu duaya devam eden kimseye hiçbir şey zarar vermez.”
Ebüd-Derda (r.a.) ‘ın okuduğunu haber verdiği dua şudur.

 






اَللَّهُمَّ اَنْتَ رَبِّى لاَاِلَهَ اِلاَّاَنْتَ عَلَيْكَ تَوَكَّلْتُ وَاَنْتَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ    لاَحَوْلَ وَلاَقُوَّةَ اِلاَّبِااللهِ الْعَلِىِّ الْعَظِيمِ   مَآشَآءَاللهُ كَانَ وَمَالَمْ يَكُنْ اَعْلَمُ وَاَنَّ اللهَ عَلَى كُلِّ شَئٍْ قَدِيرٌ   وَاَنَّ اللهَ قَدْاَحَاطَ بِكُلِّ شَئٍْ عِلْماً   وَاَحْصَى كُلَّ شَئٍْ عَدَداً    اَللَّهُمَّ اِنِّى اَعُوذُ بِكَ مِنْ شَرِّكُلِّ نَفْسٍ وَمِنْ كُلِّ دَآبَّةٍ   اَنْتَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا اِنَّ رَبِّى عَلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٌ
 


     “Allah’ım sen benim Rabbimsin. Senden başka ilah yoktur. Sana tevekkül ediyoruz. Sen arşı alanın rabbisin. Kuvvet ve kudret ancak aliyyül azim olan Allah’ındır. Dilerse olur. Dilemezse olmaz. Ben biliyorum ki, Allah her şeye kadirdir. Muhakkak Allah’ın ilmi her şeyi kaplamıştır, her şeyi olduğu gibi bilir. Allah’ım nefsimin şerrinden ve her şeyin zararından sana sığınırım. Her şey senin kudretin altındadır. Muhakkak Rabbim sırat-ı müstekim üzerinedir.”